Küresel ısınma bütün hızı ile sürüyor. Ortalama hava sıcaklıkları giderek artmaya başladı, büyük bu kitleleri erimeye başladı. Dünyanın bir çok bölgesinde kuraklık hüküm sürüyor. Sellerin şiddeti arttı. Alp dağlarında kış ortasında olmasına rağmen kar olmayınca Kış Olimpiyatları iptal edildi. Ülkemizde birçok göl kurudu. Aralık ayında erik ağaçları çiçek açmaya başladı.
Her yıl yapılan yüzlerce toplantıda konu ile ilgili bilim adamları tehlikenin büyük olduğunu, belli bir süre daha böyle devam ederse, tedbir alınsa bile artık felaketin önlenemeyeceğini vurguluyorlar. Başta ABD ve Çin olmak üzere küresel ısınmaya en fazla neden olan ülkeler ise ekonomik kaygılar ile küresel ısınmaya yol açan maddelerin azaltılmasını kabul etmiyorlar. Anlayacağınız durum vahim. Aynı gemide olduğumuz için biz de batacağız.
Bültenimizin bu sayısında Anadolu Çevre Asamblesi Başkanı Prof. Dr. Uğur Kaynak’ın www.bebekmagaza.com‘da çıkan ‘Bu Dünya Çocuklarımıza Kalacak mı?’ yazısını yayınlıyoruz. Bir Kızılderili atasözünün dediği gibi “Dünya bize atalarımızdan miras kalmadı, çocuklarımızdan emanet aldık.”
‘Bu Dünya Çocuklarımıza Kalacak mı?’
Öyle bir gezegen imgeleyin ki, narin, denge arayışları içinde olan, tekil, güzel, ürkek, konuksever, kırılgan ve o kadar da acımasız, vurdumduymaz, bilinçsiz ve bencil olsun. Üzerinde yaşayan canlıları korumak adına bu gezegen evrende eşine zor rastlanılan aşamalardan başarı ile geçmiş, başka yıldız sistemlerindeki gezegenlerde olması hayal bile edilemeyecek marifetlere ve güzelliklere ulaşmış, fakat doğa yasalarını uygularken üzerinde yaşayan canlılara hiç acımadan onlarca kez de soy kırımlara neden olmuş olsun. Oysa biz ne yapıyoruz? Bu konuda bilim adamlarımızın bile ne denli bilinçsiz oldukları noktasında, minicik fakat düşündürücü bir örnek vermek isterim.
2007’nin Ocak ayının ilk haftası içerisinde çok ünlü bir TV kanalında, çok ünlü bir meteorolog konuşuyordu. Çok ünlü spiker hanımefendi ise olaya biraz da duygusallık katmak adına sanki çok korkmuş gibi bir ses tonuyla, -Peki hocam küresel ısınma denilen bu korkunç sona doğru sürüklenirken, Ozon Katmanına ettiklerimizin küresel ısınmaya ne gibi katkıları var?
‘Ozon molekülü ile, küresel ısınmanın doğrudan veya dolaylı bir ilişkisi yoktur. Ozon katmanı kanserojen ışınları önlemekle görevlidir’ dedi. Oysa kazın ayağı da, doğanın dayağı da öyle değil! İki adet oksijen atomu, moleküler bağla birbirlerinin elektronlarını paylaşarak tutunduklarında, solumaya uygun oksijen (O2 molekülü) oluşur. Eğer bu oksijen molekülüne, Güneşten gelen soy kırıcı Ultra violet (Morötesi) ışınımın yardımı ile biraz şişmanlatılmış bir oksijen atomu yaklaşırsa, Van der Waals bağı denilen, çok zayıf bir bağla bu O atomu , O2 molekülüne yapışarak ozon (O3 gazı) molekülü oluşturulur.
Bu olay 17 km – 30 km yüksekliklerde stratosfer içerisinde oluşur. Fakat asıl yoğun ozon katmanının kalınlığı 100 metre kadar olup o aralarda tül gibi dalgalanır. Ozon gazı bizler için zehirli olup, mikro organizma için ise sterilizandır. Ayrıca kir sökücüdür.
Derken bu Ozon gazı kendine özgü bir bekleme süresinden sonra, kendiliğinden, bir morötesi ışın salarak tekrar O2 ve O olarak ikiye ayrılır. Burada çok ilginç bir gerçek vardır. Salınan ikincil morötesi ışın, hem molekülü terk ederken onu geri teptiğinden (ortak momentum enerjisi), hem de bir miktar ısı enerjisi harcadığından, moleküle giren birincil morötesi ışından daha düşük enerjili olarak çıkar.
Stratosferin normal olarak alt katmanları, üst katmanlarından daha soğuktur. (Bizim yaşadığımız traposferde alt katmanların daha sıcak olması kural dışı olup, bunun nedeni CO2 gazının temiz havadan daha ağır olması ve ısı ışınlarını soğurmasıdır.)
İkincil morötesi ışın, daha alt seviyelerdeki daha soğuk (yani daha düşük enerjili) O atomlarına çarparak onları da şişmanlatıp biraz ısıtıp, yakınlardaki bir O2 molekülü ile birleştirince bir ozon molekülü daha oluşmuş olacaktır. Bu soğurum-salınım döngüsü troposferin neredeyse alt katmanlarına kadar azalan şiddette devam edecek ve her seferinde daha düşük enerjili morötesi ışın oluşturularak yeryüzüne yaklaşılacaktır. Sonunda stratosferdeki girgin birincil morötesi ışın, enerji yitire yitire yeryüzünde sert mor ışığa dönüşerek zararsız hale getirilecektir.
Açıkçası bu süreçte morötesi ışınlar, kendi ürettikleri ozon molekülleri tarafından yumuşatılmaktadırlar. İşte biz (insanlar) burada devreye girerek, bu ozon molekülünün en büyük düşmanını oralara kadar gönderiyoruz. Kuru temizleme dükkanlarında bol bol kullanılan karbon tetra klorür gibi, soğutucularda, aerosollarda (fısfıslarda) kullanılan Klor-o-Flor-o-Karbon Gazlarıdır bunlar!
Bu gazlar zaten zar zor ozona yapışmış olan O atomunu kolayca oradan söküp almakta ve geriye O2 molekülünü yalnız bırakmaktadırlar. O zaman da, ozon un doğal bozunma sürecini hem anormal hızlandırmış hem de ortamda ozon üretecek O atomu bırakmamış oluyoruz. Böylece ozon katmanında delikler oluşuyor. (Çok beğeniyorum teknik terim yerine, halkın kendiliğinden takıp da benimsedikleri isimleri. Örneğin, Kilitli yerine cırt-cırtlı telefon kılıfı var mı? Ya da, GSM Numaranı verir misin? Yerine, Cebin kaç? gibi )
Şimdi bakın ozon katmanı ile küresel ısınma nasıl bağlantılı oluyor?
Sert morötesi ışınlar en azından 1 mm. kadar girgindirler. Denizlerdeki besin zincirinin birinci halkasını oluşturan planktonların kendilerinin ve su yosunlarının sporlarının çapı yaklaşık bir mm. dir. Karalardaki çiçekli ve çiçeksiz bitkilerin üreme ajanları olan polenlerin ve sporların çapları yaklaşık 1 mm. kadardır. Yani her denizlerdeki ve karalardaki açıkta kalan dölleyicilerin tümü morötesi ışınların girginliğine karşı korumasız kalırlar. Kitin gibi bir koruyucuları da yoktur.
Bunların içine işleyebilen morötesi ışın, ya bu döllenme ajanlarının DNA yapısını atomlarla etkileşip tahrib ederek yeni ve kısır melezlere neden olmakta; Böylece soy kırıcı olmakta. Ya da tam miyoz bölünme sırasında çekirdeğe girdiklerinde ise, bir blastosit doğurarak kanserojen olmakta; öldürücü olmaktadırlar.
Böylece milyarlarca canlı varlığın yok olması bile asıl felaketin yanında hafif kalır!!! Hem karalarda hem de denizlerde bitkiler ve planktonlar, yeryüzünde çok dar alanlara çekilince (ki oralarda türlerini koruyabilirlerdi!) işte o zaman asıl felaket başlamaktadır. Yerkürenin jeolojik tarihinde bu felaketlerin altı adedinin çok ayrıntılı tanımlamaları yapılmış olup diğer şüphelilerle birlikte soykırım felaketlerinin toplam sayısı 14 olarak tahmin edilmektedir.
Bütün yeryüzündeki flora ve faunanın kullandığı yıllık milyonlarca ton CO2 gazı, atmosferde artık kullanılmadığı için çoğalınca, yerküre onarılması olanaksız bir hızla küresel ısınmaya sürüklenir. Bu hızlı çöküşün içerisinde bu son günlerde gündeme gelen iklimsel salınımların adı bile geçmez.
Küresel ısınma demek, okyanuslardan aşırı buharlaşma demektir. -aşırı buharlaşma demek, ısı (kızılaltı) ışınlarının troposfere inmesini engellemek demektir. -ısı ışınlarını alamayan troposfer demek, aşırı soğuma ve dolayısı ile aşırı yağış demektir.
Sonuç-1: buzul çağı!!! çok dar alanlara çekilmek zorunda kalan türler, örnekleme varlıklarını bu mini klimatik korumalı çevrelerde sürdürebilirlerdi. halbuki buzul çağı demek, ona ayak uyduramayanların da sonu demektir!!!
Sonuç-2: global soy kırım. büyük buzul çağlarında var olan fauna ve floranın %99.99 unun yitirildiği (hesaplanmış değil) paleontolojik olarak gözlenebilmiştir. sonuç-3: bu olay yerkürenin yeniden bir denge arayışıdır. sonunda buzul çağından çıktığında, yeni dengesine de kavuşmuş olur. fakat büyük bir değişiklikle: bu yeni dengeye hep, yeni-yeni türlerle yoluna devam ederek ulaşır!!!
bakın şu ozonun ettiklerine. ancak bunu en iyi bilmesi gerekenler, bundan sonra küresel ısınmanın, hem anormal kuraklıklarla , hem de anormal yağışlarla gündeme gelmesi sonucunda her zaman için tvlere çağırılarak halkı aydınlatması gereken meteorologlar değiller midir? Sadece sera gazlarına mı dur demeliyiz? Ozon deliği ise, sadece Alaska’lıların ve Avustralya’lıların güneş gözlüğü takarak korunabildikleri bir sorun mudur? Umarım bu yazımı okuyanlardan bazılarının meteorolog arkadaşları vardır; onlara bu yazıyı okumalarını önerirler. Yanlışlarım varsa burada doğrularını öğrenmeyi her zaman için beklemekteyim. Sevgiler.