Hayvancılık sektörünün gelişememesi ve dışa bağımlılıktan kurtulamaması beraberinde bu kaynaktan sağlanan gıdalarda hilelerin ve sahtekârlıkların artışını getirmektedir. İnsan sağlığı ciddi tehdit altında bulunmaktadır. Hatta gıdada hilenin hızına bilim bile yetişememektedir. Temel gıda maddeleri başta olmak üzere sofralara konan birçok gıdanın içine insan sağlığına da zarar verecek nitelikte maddeler katıldığı, yiyeceklerin kimyasal işleme tabi tutulduğu yetkili makamlar tarafından bile inkâr edilememektedir.
9 Mayıs 2006 Cumhuriyet Tarım-Hayvancılık ekinde yayınlanan (Sayı;21: sayfa;21) bu önemli yazı Ankara Bölgesi Veteriner Hekimler Odası Yönetim Kurulu Bşaşkanı Prof. Dr. Ayhan FİLAZİ tarafından kaleme alınmış.
Gıdada hilenin hızına bilim bile yetişemiyor
Tarım ve Köyişleri Bakanlığının faaliyeti içerisine giren tarım, hayvancılık ve gıda ile ilgili sorunlar ülkemizde halen çözümlenememiş ve gittikçe de içinden çıkılamayacak bir boyuta sürüklenmektedir.
Ülkemizde ve dünyada 20.yüzyılın son çeyreğinde başlayan ve içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda hızlı bir değişim yaşanmaktadır. Bu değişimden doğal olarak tarım ve hayvancılık da etkilenmekte, eski yeni, olumlu olumsuz, iyi kötü gibi karşıt kavramlar çatışmakta ve yeni değer yargıları, yeni sorunlar ortaya çıkmaktadır. Böyle bir ortamda ülkemizin ekonomik anlamda dışa açılımını sağlayacak, kırsal ekonomik kalkınmanın itici gücünü oluşturacak potansiyele sahip tek güç tarım ve hayvancılık sektörüdür. Bir takım popülist yaklaşımlarla verimliliğini artıramamış, diğer sektörler içinde eritilmeye çalışılmaktadır.
Yıllardır gelen her iktidar gibi bu iktidar da hayvancılık sektörüne yönelik ekonomik politikalar konusunda yapılan uyarıları dikkate almamayı bir yücelik saymaktadır. Üstelik gücünü aldığı Meclisteki çoğunluğa dayanıp daha ileri giderek bu sefer hayvancılığı tamamen katletmeye çalışmaktadır.
Hayvancılık sektörü, devlete yıllardır başlı başına bir sektör olarak değil, bir yan iş kolu olarak tanıtılmıştır. Bu yanlış, bir devlet politikası olmamasına karşın, yönetime egemen olan anlayış, devleti bu şekilde yönlendirmiştir. Hâlbuki gelişmeyen hayvancılık sektörü, diğer birçok sektörün gelişmemesine de neden olmuştur.
Öncelikli olarak, ülkemizin koşullarına uygun ulusal bir hayvancılık politikası ne yazık ki yoktur. Ülkenin kırsal kalkınması ancak ulusal hayvancılık politikası oluşturulması ve uygulanması ile mümkündür. Güneydoğudaki terörü besleyen ve köyden kente göçü teşvik eden işsizlik sorunu da böylece ortadan kalkacaktır. Hayvancılık sektörü, kendi üretim yönü dışında birçok sektöre hammadde sağlayan sürükleyici ve istihdam yaratıcı bir sektördür. Merkezden güdümlü üretici birlikleri ve çok amaçlı kırsal kalkınma kooperatifleri yerine üretim alt sektörlerine (besi, tavukçuluk, süt vb) göre kurulmuş, üretimi endüstri ve pazarlama ile bütünleşmiş ihtisaslaşmış kooperatif modelleri ve tabandan gelişen demokratik üretici birliklerinin kurulması en başta gelen önceliklerdir.
Türkiye, mevcut sosyo- ekonomik ve coğrafi yapısıyla her türlü hayvansal üretime uygun ve çok önemli bir potansiyele sahiptir. Ancak, ülkenin sahip olduğu bu potansiyel yanlış planlama ve uygulamalar sonucu akılcı ve verimli bir biçimde kullanılamamaktadır.
Hayvancılık sektörünün gelişememesi ve dışa bağımlılıktan kurtulamaması beraberinde bu kaynaktan sağlanan gıdalarda hilelerin ve sahtekârlıkların artışını getirmektedir. İnsan sağlığı ciddi tehdit altında bulunmaktadır. Hatta gıdada hilenin hızına bilim bile yetişememektedir. Temel gıda maddeleri başta olmak üzere sofralara konan birçok gıdanın içine insan sağlığına da zarar verecek nitelikte maddeler katıldığı, yiyeceklerin kimyasal işleme tabi tutulduğu yetkili makamlar tarafından bile inkâr edilememektedir.
Ufalanmış peynirin birleştirilip yeniden kalıp peynir yapıldığını, dana kıymaya tavuk sakatatının katıldığını, sütün yağının alınıp yerine margarin konulduğunu biliyorduk ama daha kötüleri de var. Örneğin küflü kaşarlar eritme peyniri yapılıyor. Tavuk dönerin içine tavuk derisi, bağırsak, paça ve sakatatlar baharatlanarak karıştırılıyor. Kırmızı bibere kiremit tozu ekleniyor. Kalitesiz bulgura boya katıp ayıp örtülüyor. Zeytinyağına rafine ayçicek, kanola, fındık ve tereyağı karıştırılıyor. Son kullanma tarihi geçmiş sucuklar yeni yapılan sucukların içine katılıp yeniden imal ediliyor.
Salam ve sosislerin içine hayvansal atıklar katılıyor. Soya baharatla karıştırılıp sucuk imalatında kullanılıyor. Baharatlar arasına kurutulmuş ot ve sap karıştırılıyor. Depolarda iyi muhafaza edilmediği için küflenen çaylar da soframıza geliyor. Eve alınan sucuklarda hiç et olmayabiliyor, dana kıymanın içine sırf renk versin diye karaciğer ve bağırsak konabiliyor. Marketlerde bozulmaya başlayan etler terbiyelenip mangallık diye satılabiliyor. Balların ise arı yüzü görmeden üretildiğine bile tanık olduk.
Türkiye’de sahte gıda piyasasında ürün yelpazesi bir hayli geniş. Çiftlikten sofraya gıda güvenliği denilen olgu henüz ülkemize yerleşmemiş. Büyük umutlarla çıkartılan ve Avrupa ülkeleriyle uyumlu diye yutturulan 5179 sayılı Gıda Yasası bunu sağlamaktan uzak. Denetim ve kontroller yok denecek kadar az. Bu ülkenin başkentinde satılan etlerin %50’si kaçaksa ve herkesin gözü önünde kaçak hayvan kesimi yapılabiliyorsa bunlar normaldir diyebilirsiniz. Yapılmak istenen şey hayvancılığı katletmekse bunun başarıyla uygulandığını görüyoruz. Hayvancılık öldü. Yakında tarım da bitecek gibi. Gelişmiş ülkelerin semirmiş pardon büyük şirketleri şimdiden iştahlı bir şekilde pazara girme hazırlığında. Az kaldı. Sıradaki gelsin!