Günlük yaşantımızda etrafımızı saran mikroplara, elimiz, yiyeceğimiz ve evcil hayvanlarımız üzerinden tekrar tekrar maruz kalırız. Bazıları sindirim sistemimizden geçer ama bazıları yıllarca, hatta tüm yaşamımız boyunca orada kalır.
Sindirim sistemimizdeki mikropların sahip oldukları genetik yapı mikrobiyom olarak adlandırılır. Genlerimizi yapamayacağı çeşitli işlevleri yerine getiren mikrobiyal genlerden yararlanırız. Örneğin insan – karbonhidrat sindirim için sadece 17 enzim kodlar iken kalın bağırsaktaki mikroplar 60 ile 100 bin enzim üreterek sindirim kanalının üst tarafında sindirilemeyen karbonhidratların sindirimini üstlenir. Mikrobiyota sadece sindirim değil aynı zamanda kan şekerinin düzenlenmesi, savunma hücrelerinin eğitimi, beyin gelişimi gibi pek çok görevi üstlenir. Bu nedenle genetik yapımızla ile uyumlu yüksek çeşitlilikte bir mikrobiyoma sahip olmamız önemlidir. Bugün diyabet, kanser, kalp-damar hastalığı, hiperaktivite, otizm, polikistik over, multipl skleroz, Parkinson Alzheimer gibi pek çok kronik hastalıkların kökeninde sanayileşme, işlenmiş gıda ve steril yaşamların oluşturduğu genetik yapımız ile uyumsuz düşük çeşitlilikteki mikrobiyomun önemli bir etkisi vardır.
Bağırsak mikrobiyotasının en önemli özelliklerinden birisi, diyet değişikliklerine hızlıca uyum sağlayabilmeleridir. Bir bireyin düzenli olarak tükettiği yiyecek türleri üzerinde gelişen bakteri türleri, nispeten hızlı bir şekilde çok bol çeşitli hale gelir. Bununla birlikte, doğal olmayan gıdaya ihtiyaç duyan insan vücudu ile uyumlu olmayan bakteri türleri ise sayısal olarak azalır, bağırsağın koruyucu mukus tabakasını yiyerek yaşamaya çalışır veya en aşırı koşullarda yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. Biyolojide bu uyum yeteneği plastisite olarak bilinir ve bağırsak mikrobiyotası buna fazlasıyla sahiptir.
Günümüzde Tanzanya da yaşayan Hadza yerlileri insanlık tarihinin % 95 inde bulunmuş bir avcı toplayıcı topluluktur. Bu topluluk topraktan çıkarıp pişirerek yedikleri yumrular (patatesin ataları), bal, yabani meyveler ile büyük ölçüde beslenir. Avlayabildikleri ölçüde çok sık olmayarak et yerler. Yedikleri mevsimsel olarak buldukları yiyeceklere bağlı olarak değişkenlik gösterir. Hadza yerlilerini ilk insanlar gibi düşünülebilir. Hadza yerlileri günde 100 ile 150 gram lif tüketiyor iken günümüz modern insanın temsili olarak bir Amerikalı sadece 10 ile 15 gram lif tüketir. Hadza mikrobiyotası, Batılı bir mikrobiyota göre çok daha fazla mikrop çeşitliliğine sahiptir ve bu yerlilerde kanser, diyabet kalp hastalığı gibi günümüzün kronik hastalıkları görülmez.
İlk insan ile modern insanın mikrobiyota çeşitliliğini karşılaştırırsak ilki balta girmemiş her türlü çeşitliliğe sahip bir orman iken diğeri ise adeta çöl gibidir. Sanayileşme ile birlikte işlenmiş gıdalar ve steril yaşamlar insan bağırsaklarında bu çölleşmeyi ortaya çıkarmıştır. Günümüzün hamburger ve patates kızartmasında gelişen mikroplar çevre, mikrobiyotanın ağırlıklı bir kısmı haline gelmiş, bağırsaktaki bakteri çeşitliliği ciddi oranda azalmıştır.
Sağlıklı toplumlar oluşturabilmenin en önemli kuralı sağlıklı nesiller yetiştirebilmektir. Hayata iyi bir başlangıç yapabilmek için bir bebek mikrobiyotası yaşamın ilk 3 yılı içerisinde tıpkı bir turşu kuruyor gibi maksimum çeşitlilikte kurulmalıdır.
Bağırsak mikrobiyotasının yüksek bakteri çeşitliliğinde kurulması çocuğun doğum şekline, anne sütü almasına, karışık beslenmeye doğru gıdalarla geçilmesine, antibiyotik az ile karşılaşmasına ve toprak-evcil hayvanlarla temasına bağlıdır. Şimdi bu konuları biraz açalım:
Gebelikte anne bağırsağında mikrobiyal çeşitlilik ciddi oranda azalır, bu durum son 3 ayda insülin duyarlılığında azalma, hızlıca yağlanma ve kilo artışını sağlar. Aslında geçirgen bağırsak kavramının ilk fizyolojik modeli annede gerçekleşir. Araştırmalar doğumdan sonraki 1 ayda bile annenin gebeliğin başlangıcındaki mikrobiyal çeşitliliğe ulaşamadığını göstermiştir.
Normal doğum kanalından geçen bebekler annenin vajinasındaki lakto basiller ve patojen bağırsak bakteriler ile karşılaşır. Araştırmacılar anne bağırsağındaki düşük çeşitlilikteki bu patojen bakteriler bebeğe transfer oluyor mu konusunu merak etmişler, ancak olayın pek düşündükleri gibi olmadığını bir mucize gerçekleştiğini görmüşlerdir; Yenidoğan bağırsağı erişkinden farklı olarak oksijen içerdiği için anneden geçen az sayıdaki patojen bakteriler için iyi bir yaşam ortamı değildir. Anne sütünde yağ ve süt şekerinden (laktoz) sonra en fazla bulunan bir diğer madde HMO adı verilen kompleks karbonhidratlardır. Bebek bağırsağı HMO adı verilen bu kompleks karbonhidratları sindirecek enzimlere sahip değildir. Peki anne vücudu niçin zahmete girip bu maddeyi sentezler. HMO eşsiz bir bakteri besinidir (prebiyotik). Anne sütü alan bir bebeğin yaşamının ilk altı ayında bağırsakta hakim olan bifidobakteriler HMO lar ile beslenir, çoğalır. Doğum ile bağırsağa giren patojen bakterileri HMO ya bağlanır, bağırsak yüzeyine tutunamaz ve dışkı ile atılırlar. Bifidobakteriler çoğaldıkça bağırsak yüzeyini örten mukus tabakası kalınlaşarak sağlamlaşır. Vücudun savunma hücreleri HMO ve bifidobakteriler sayesinde bağırsakta eğitilir. Günün sonunda anne sütü alan bir bebeğin bağırsağında sadece bifidobakterilerin hakim olduğu görülür. Bağırsaklar altı ayın sonunda artık katı gıdaları alabilecek olgunluğa ulaşır.
Willem de Vos isimli bir bilim insanı yarısından kolik sancısı olan yarısında olmayan tam yirmi dört bebeğin mikrobiyotasını hayatlarının ilk yüz günü boyunca inceledi. Kolikli bebeklerin mikrobiyotasının, kolikli olmayan bebeklerden çok daha az çeşitli olduğunu buldular. Çarpıcı bir şekilde, kolikli bebeklerin bağırsaklarında daha fazla Proteobakteria türü bakteri ve daha az Bifidobakteria ve Lactobacillus bakterisi vardı; bu, sezaryen bebeklerinin ve mama ile beslenen bebeklerin mikrobiyotası ile benzerlik göstermekte idi.
Yaşamın başlangıcındaki mikrobiyotanin en iyi başlangıcı yapmasına yardımcı olmak için akılda tutulması gereken bazı noktalar vardır. İlk olarak, daha önce belirtildiği gibi, doğum yöntemi önemlidir. Normal vajinal doğum, bebeği doğanın amaçladığı bakteri grubuna maruz bırakır. Ancak, vajinal doğum mümkün değilse yeni doğan bebeğinizin anneden vajinal sürüntüye maruz kalma olasılığını doktorunuzla tartışabilirsiniz. İkincisi bebeğiniz kolikliyse bebekler için uygun probiyotikler verilebilir. Bir bebeğin mikrobiyotasını yönlendirmeye yardımcı olmanın üçüncü bir yolu da emzirmektir. Doğum yöntemi ne olursa olsun, emzirme, bebeğinize hem “anne onaylı” prebiyotikler hem de probiyotikler sağlamak için harika bir fırsat sunar. Sezaryenle dünyaya gelen ancak antibiyotik kullanmayan ikinci çocuğunuzda, mikrobiyotasına idealden daha az başlamasını azaltmak için anne sütü sağlamak yeterli olacaktır. Sadece emzirmek mümkün değilse, prebiyotik ve/veya probiyotik içeren bir formül kullanmak için çocuğunuzun çocuk doktoru ile konuşmak isteyebilirsiniz. Ancak, bebeğinizi sadece gece yatmadan önce emziriyor olsa bile, herhangi bir miktarda anne sütünün yardımcı olduğunu unutmayın. Sütünüz ve içerdiği HMO’lar, büyüyen çocuğunuzda sağlıklı bir mikrobiyota beslemeye yardımcı olacaktır.
Bebekler yaklaşık altı aylıkken katı gıda tüketmeye başlarlar. Bu geçiş döneminde bez değiştiren herkes, katı yiyeceklerin bebeğin sindirim sisteminde büyük değişikliklere yol açtığını görebilir. Bir bebek katı gıdaya geçtiğinde, mikrobiyota üyeliği radikal bir değişime uğrar ve bir yetişkinin mikrobiyotasına benzemeye başlar. Çalışmalar gösteriyor ki bebeğin bağırsağında aniden filizlenen farklı bakteri türleri ile mikrobiyal çeşitlilik patlaması sebzelerin beslenmeye girişi ile gerçekleşmektedir.
Sütten kesme, bir kişinin hayatındaki mikrobiyota için en dramatik yeniden düzenleme dönemlerinden biridir. Çocuklara mikrobiyotalarının sağlığını en üst düzeye çıkaracak yiyeceklere vermek mantıklıdır. İlk katı gıdalarla başladık, önce bezelye, havuç, brokoli gibi sebzeleri (tabii ki püre haline getirilmiş) tanıtmak, sonra meyvelere geçmek mantıklıdır. Meyvelerden önce sebzelerin sıralanması bebeklerin az tatlı olan sebzeleri sevmemesini önlemek için gereklidir. Sebze ve meyvelerin yanı sıra pirinç ve diğer tahıl ürünleri tanıtılmalı, süt ürünleri ve etler beslenmeye katılmalıdır. Ticari olarak satılan bebek maması veya devam sütü almak yerine kendi yiyeceğimizden porsiyonlar vermeye başlamamız ve “çocuk” menülerinde listelenen yiyeceklerden makarna, pastörize peynir, pastörize meyveli şekerli yoğurt ve tavuk kanadı gibi çocuk yiyecekleri değil, “gerçek” yiyecekler için bir tat geliştirmesini sağlamalıyız. Dünyadaki birçok kültürde, bir bebeğin ilk yiyecekleri genellikle yetişkinlerin yediklerinin püre haline getirilmiş versiyonlarıdır.
Tüm hedefimiz çocuğumuzda bağırsak bakteri çeşitliliğini maksimuma çıkarmak olmalıdır. Eti tamamen ortadan kaldırmadan bir yandan sebze çeşitliliğini artırırken fasulye ve mercimek gibi bakliyatları sıklıkla ana protein kaynağı haline getirmeliyiz. Beyaz pirinç, beyaz un, makarna, ve renkli ambalajlı hemen hemen her şey düşük kaliteli gıda olarak görülmeli ve beslenmeden çıkarılmalıdır.
Hasta olan çocuğun antibiyotiksiz düzelemeyeceğine inanan aileler hekimlere baskı yaparlar. Bir çoğu gereksiz olan antibiyotikler bağırsaktaki bakterileri öldürür. Büyük ölçüde bakterilerden oluşan bağırsak mikrobiyotası, her antibiyotik turunda muazzam ikincil hasara uğrar. Dost ateşinin bir versiyonu olan yerleşik mikroplarımızın bu kasıtsız öldürülmesi, kısa vadeli ve uzun vadeli sağlık üzerinde feci sonuçlara sahiptir. Katı gıdaya geçişin ardından mikrobiyota çeşitliliğinde bir patlama olduğunu söylemiştik. Ancak antibiyotiklerden sonra çeşitlilikte ters eğilim görülür. İlk tur antibiyotikten sonra çocuğun bağırsak mikrobiyota çeşitliliği azalır. Bu gözlem beklenmedik değildi. Çoğu antibiyotik geniş spektrumludur, yani birçok bakteri türünü öldürmek için tasarlanmıştır. Hastalığa neden olan bakterilere ek olarak, antibiyotikler mikrobiyotamızı oluşturan “iyi” bakterilere de saldırır. İlk olarak, antibiyotikler bağırsak topluluğunun derin ve acil bir şekilde yok olmasına neden olur. İkincisi, mikroplar tipik olarak tedavi sona erdikten sonra iyileşseler bile, bir topluluk veya ekosistem olarak mikrobiyota muhtemelen asla tam olarak aynı olmayacak. Sadece bir antibiyotik küründen sonra bağırsak mikrobiyotası adapte olur. Bu bebeğin durumunda, aynı antibiyotik tekrar kullanıldığında saldırıya karşı daha dirençli hale geldi. Bu adaptasyonun kısa ömürlü mü yoksa o çocuğun mikrobiyotasının yaşamını hatırlatması için kalıcı bir özelliği mi olduğu bilinmiyor. Ancak mevcut kanıtlar, bu iyileşmenin mükemmel olmadığını gösteriyor. Çocuklarda antibiyotik kullanımı astım, egzama, ve hatta obezite ile ilişkilendirilmiştir. Antibiyotik almış veya almamış on bir binden fazla İngiliz çocuk arasında yapılan bir karşılaştırma, vücut ağırlığında çarpıcı farklılıklar buldu. Yaşamlarının çok erken döneminde (altı aylıktan önce) antibiyotik alan çocuklar, aynı yaşta antibiyotik almayan çocuklardan ortalama olarak daha fazla ağırlığa sahipti. Ağırlıktaki bu fark, üç yaşına kadar hala gözlendi.
Bir çocuğun hayatında antibiyotiklerden kaçınılamayacağı dönemler vardır. Bununla birlikte, hatırlanması gereken dördüncü bir mikrobiyota dersi, antibiyotiklerin mikrobiyotayı ne kadar derinden etkilediğidir. Katı gıdaya geçen çocuklar için, ev yapımı yoğurt veya diğer fermente gıdaların (lahana turşusu, ev yapımı sirke, kefir, fermente peynir gibi) devreye alınmış olması önemlidir. Probiyotiklerin antibiyotik kullanımının uzun vadeli sağlık sonuçlarına karşı koymaya yardımcı olup olmadığı şu an için bilinmemektedir.
Aşırı steril bir çevre çabasından vazgeçerek çocukların toprak ve evcil hayvanlar ile teması, beslenmeden sonra ikincil olarak bağırsak mikrobiyotası çeşitliliğine katkıda bulunur.
Sağlıklı bir bağırsak topluluğunu koruyan alışkanlıklar, bir çocuğun tüm yaşamı boyunca sağlığına fayda sağlayabilir. Çocukların doğru beslenmesini sağlamak bir yıpratma savaşı olabilir. Çocuğunuz şikayet etse veya denemeyi reddetse bile sağlıklı seçenekler sunma konusunda kararlı olun. Bir çocuğun yeni bir şey denemeye istekli olması için genellikle birkaç deneme gerekir ve çocuk yeni bir yemek yemekten zevk alana kadar daha uzun sürer. Anahtar, pes etmemek ve sağlıksız seçimlere boyun eğmemektir. Bağırsaklarımızdaki bakterilerin acıktığını ve yediğimiz yiyeceklerin bir kısmının kendimiz için olduğu kadar, mikrobiyotamız için de gerektiğini unutmamalıyız.
Prof.Dr.Hasan Önal
Sağlık Bilimleri Üniversitesi, öğretim üyesi
Kaynaklar
- Sonnenburg J, Sonnenburg E, Weil A. The Good Gut: Taking Control of Your Weight, Your Mood, and Your Long-term Health.
- Schnorr, S. L., et al. Gut Microbiome of the Hadza Hunter-Gatherers. Nat Commun 5 (2014): 3654.
- Koren O, et all. Host remodeling of the gut microbiome and metabolic changes during pregnancy. Cell. 2012 Aug 3;150(3):470-80.
- de Weerth, C., et al. Intestinal Microbiota of Infants with Colic: Development and Specific Signatures. Pediatrics 131.2 (2013): e550–58
- Trasande, L., et al. Infant Antibiotic Exposures and Early-Life Body Mass. Int J Obes (Lond) 37.1 (2013): 16–23
Merhaba hocam. Hastanız ve tüm yazı,yayın, söyleşilerinizi takip eden bir hekim olarak lopermid çalışması hakkındaki fikrinizi çok merak ediyorum. Bizi aydınlatırsanız çok sevinirim.
Burçin Koç
Her yazınızı daha iyi anlayabilmek ve hiçbir harfini kaçırmamak adına bir kaç kez okuyorum Allah sizi başımızdan eksik etmesin.. Ayağınıza taş değmesin hocam
Hocam merhabalar oğlumda otizm spektrum bozukluğu var sizinle tanışmak istiyorum diyete başladık. Hangi hastanedesiniz ulaşmak istiyorum.