Su sağlıklı yaşamak için zorunlu gıdaların ilki. Yemek yemeden haftalarca yaşayabiliyoruz ama su içmeden birkaç günden fazla yaşamamız mümkün değil! Su hayat veriyor ama suyun kalitesinin kötü olması hayatımızı olumsuz yönde etkileyebilir. Son zamanlarda suyun içerdiği mikrobik ve toksik maddeler kamuoyunun en önem verdiği konuların başında geliyor. Fakat bu tehlikeleri önlemek için yapılan arıtım işlemleri gözden kaçan başka bir tehlikeyi doğuruyor; mineral eksikliği. Bültenimizin mevcut sayısını 12 Eylül 2012 tarihinde Taraf Gazetesi’nde Jeolog Behiç Çongar’ın konu ile ilgili önemli yazısına ayırdık. Yazının sonunda editörümüz Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın bir yorumu da var.
İçtiğimiz sudaki diğer büyük sorun: Mineral eksikliği
Geçtiğimiz haftalarda, ambalajlı menba sularının sağlıksız koşullardaki dolum tesislerinde üretildiği, cam, pet ve plastik damacanalarla soframıza kadar gelen bu suların sağlığımızı tehdit ettiği iddialarını medyada yaygın biçimde izledik. Sağlık Bakanı Recep Akdağ da, konunun üzerinde hassasiyetle durulduğunu, yapılan kontrollerde sağlıksız bulunan tesislerin kapatıldığını, sonra da gerekli düzeltmeler yapıldığında, bu tesislerin tekrar işletmeye açılmasına izin verildiğini açıkladı. Ancak içtiğimiz sularla ilgili olarak gözden kaçan bir başka sağlık sorunu daha var.
Türkiye’de halen işletilmekte olan menba sularının büyük bir bölümü, kuvarsit, granit ve volkanik birimlerde oluşan akifer boşalımlı kaynak sularıdır. Bu suların büyük çoğunluğu, 1-1.5 (FSº) Fransız sertliğinde olup, asidite değerleri (pH) 6.5’un altındadır. Buna karşılık, kireçtaşı, dolomit ve mermer gibi formasyonlardan boşalan kaynaklar ise, kalsiyum ve magnezyum bakımından zengin, dolayısıyla, Fransız sertlik derecesi (FSº) yüksek sulardır. Ne yazık ki daha sağlıklı olan bu sular, ülkemizde “kaba su” olarak tanımlanır, fazla sert bulunur ve menba suyu işletmelerinde bu tip kaynak suları çok nadir kullanılır.
Kısaca, Türkiye’de damak tadı bakımından en çok tercih edilen sular, sertlikleri çok düşük olan sulardır. pH değerleri 6.5’tan azdır ve hepsi mineral içeriği bakımından fakir sulardır. Asidik sulardır, bu da demektir ki “aşındırıcı” sulardır.
Son yıllara kadar, Sağlık Bakanlığı’nca düzenlenen “Menba Suyu Yönetmenliği,” menba suyu özelliklerinin başında, suların sertliğinin 0-10 FSº arasında olması şartına yer veriyordu. Sonra, bir aşamada sertlik üst sınırı kaldırıldı, fakat alt sınır konmadı. Buna karşın, Avrupa Birliği ve Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) standartlarında bu değerler çok farklı olarak tanımlanmıştır. İçme suyunda, Avrupa Birliği Fransız sertlik değerinin minimum 15 (FSº), WHO da minimum 10 (FSº) sertlik derecesinde olmasını önermektedir.
Aslında, bir menba suyu alırken, dikkat edilecek husus, tadının yanında suyun içeriği, yani taşıdığı kimyasallardır. Suda faydalı minerallerin varlığı ve zararlı maddelerin olup olmadığı hayati önemdedir.
Menba sularının, önemli bir kalsiyum kaynağı olması gerekir. Bir insanın günlük kalsiyum ihtiyacı 1000 mg’dır. Çocuklar ve yaşlılar için bu ihtiyacın karşılanması özellikle önemlidir. Gerekli kalsiyumun yaklaşık yüzde 20’sini içtiğimiz sudan alırız. Bunun için de, 100 mg/litre kalsiyum içeren bir sudan günde iki litre içmemiz gerekir.
Magnezyum ise, kas ve kemik sağlığı ile sinir iletisi için önemlidir. Günde ortalama 200-400 mg magnezyum alınması gerekiyor. İleri yaş ve hamilelikte, ayrıca her yaşta yorgunluk hissedildiğinde magnezyum ihtiyacı artar. Bu madde kalp kası sağlığı için de önemlidir. Son yıllarda magnezyumun kansere karşı direnç sağladığı da iddia edilmektedir. Vücut, yine magnezyum gereksiniminin önemli miktarını da içme suyundan karşılıyor. WHO yayınlarında, içme suyunda kullanılan düşük sertlikteki asidik suların, insan sağlığına olan olumsuz etkileri araştırılmıştır. Bu araştırmalarda, magnezyum yönünden zengin su kullanan bölgelerde yaşayan insanlarda kalp krizi riski anlamlı bir şekilde düşük bulunmuştur.
Bugün, dünyada en çok satılan Fransızların menba suyu Evian’ın sertlik derecesi, 27 FSº dir, yani Türk damak tadı standartlarında “kaba bir su”dur Evian. Daha önce de belirttim; bizde bu değer, en çok satan menba sularında 1-1.5 (FSº) Fransız sertlik derecesi arasındadır, yani dünyanın en popüler suyu ile Türkiye’nin en popüler suları arasında büyük bir fark var. Ülkemizde, geçmişte “yönetmelik gereği,” şimdi de “Türk Standartları” gereği düşük sertlikli suların içilmesi teşvik ediliyor.
Menba suları için aranan en önemli özellikler; suyun nötr, yani PH değerinin 7-7.5 arasında olması; içinde yeteri miktarda kalsiyum (Ca) ve magnezyum (Mg) tuzlarının bulunması; buna karşın, kaynağın beslenme alanında, kirletici özellikteki yerleşimler, tarım alanları, endüstri kuruluşlarının bulunmamasıdır.
Sadece büyük firmaların şişeleme tesislerinde, sular 0.5 ila 0.1 mikronluk seramik ve/veya plastik filtrelerden geçirilmekte ve ayrıca ozonlanmaktadır. Kaynak suyunun ozonlanması, suyun doğal özelliğini kaybettirir. Yönetmeliklerde ozonlama yoktur. Fakat tüm büyük tesislerde ozonlama uygulanmaktadır.
Ozonlama ile steril hale getirilen su, şişelendikten sonra aylarca bekletilebilir. Geçtiğimiz yıllarda, bir bakanın Ege Bölgesi’ndeki bir şişeleme tesisinin açılışında, “Türkiye’nin ilk steril su tesisini açıyorum” diye konuşma yaptığını televizyon haberlerinde tebessüm ederek izlemiştim.
Oysa ozonlama yöntemi ile bakteriyolojik yönden arıtılan –ve doğal özelliği kaybettirilen— sular, deterjan ve pestisitler yönünden hiç kontrol edilmemektedir. pH değerleri düşük, asidik ve aşındırıcı özellikte olan, yeteri kadar kalsiyum ve magnezyum gibi yararlı tuzları barındırmayan menba sularının içilmesi sakıncalıdır.
Özellikle, kemik oluşumu devresinde çocukların ve ileri yaşlardaki yetişkinlerin bu aşındırıcı menba sularını, ne kadar “yumuşak,” ne kadar lezzetli olursa olsun sürekli kullanmaları sağlığa aykırıdır. Belirli bir yaşın üzerindeki kadınlarda, kemik erimesinin görülmesi, sık sık kalça kırılmalarının yaşanması, Türkiye’de adeta olağan bir olay gibi karşılanıyor. Genelde pH değeri düşük, aşındırıcı özellikte su kullanımın bu “kırılganlıktaki” belirleyici rolü göz önüne alınmıyor.
Esas mesleği hekimlik olan Sağlık Bakanı Akdağ’ın, ambalajlı menba sularımızı bir de kimyasal niteliği yönünden inceletmesinde, Avrupa Birliği ve WTO standartlarında sağlıklı olup olmadıklarını irdeletmesinde yarar vardır. Belki o zaman, elde edilecek sonuç ve bu sonuçtan çıkarılacak dersler, daha sağlıklı bir toplum yönünde bir adıma dönüştürülebilir.
Prof. Dr. Ahmet Aydın yorumu
Suyun ideal pH’sının kaç olması lazım?
pH suyun asitlik derecesini gösteren bir terim. pH aralığı 0-14 arasında değişiyor. 7 nötr, 0-7 arası asidik, 7-17 arası alkali su olarak kabul edilir. Bir su ne kadar çok kalsiyum, magnezyum ve potasyum içeriyorsa asitliği de o kadar az oluyor; yani pH’sı alkali tarafta oluyor. pH değerinin 7,5-8.5 arası olması (yani hafif alkali olması) ideal.
Suyun sertliği ne demek?
Suda çözünmüş halde bulunan kalsiyum (Ca) ve magnezyum(Mg) bileşiklerinin toplamına suyun sertliği deniliyor. Genelde Fransız Sertliği (Fr) birimi kullanılır;
0-5 fr – çok yumuşak; 5-10 fr – yumuşak;10-20 fr – orta sert; 20-30 fr – sert; >30 fr – çok sert.
Çok yumuşak suların içimi iyidir ama vücuda yeteri kadar kalsiyum ve magnezyum alamamış oluruz.
Hangi gıdalar asitlidir?
Proteinli gıdalar (et, süt, süt ürünleri, yumurta), tahıllar, rafine yağlar, şekerler ve rafine gıdalar ve yumuşak sular asit yükünü artırırken, sebzeler, meyveler ve sert sular asit yükünü azaltıyorlar.
Günümüzde böbrek asit yükünün artmasının tek nedeni alkaliden zengin sebze ve meyvelerin yeteri kadar alınmaması değil, ayrıca et ve tahıl gibi besinlerin işlenmesi sırasında potasyum ve magnezyum gibi alkali yapıcı minerallerini kaybetmesi. Bu nedenle kavurma, klasik sucuk ve pastırma, mandıra sütü gibi proteinli gıdalar, rafine sucuk, pastırma, salam, sosis ve kutu sütü gibi rafine gıdalara göre daha az asidikler.
Raf ömrü uzun olan rafine gıdaların tüketiminin artması insanlardaki asit yükünü artırmıştır.
Taş devrindeki insanların idrarla attıkları asit miktarı (22 mEq/gün) günümüzdekinden (64 mEq/gün) üç kat daha azdır (Bkz Tablo 1).
Tablo 1. Taş devrinde ve günümüzde potansiyel böbrek asit yükü ve net asit yapımı
Taş devri | (3000 kcal/gün) | Günümüz | (2500 kcal/gün) | |
Alınan asit ve baz (g/gün) |
İdrar (mEq/gün) |
Alınan asit ve baz (g/gün) |
İdrar (mEq/gün) |
|
Protein/sülfat
Fosfor Potasyum Kalsiyum Magnezyum |
226.0 3.22 10.50 1.62 1.22 |
110 118 -215 -2 -32 |
79.0 1.51 2.50 0.92 0.32 |
39 55 -51 -12 -8
|
Böbrek asit yükü
Organik asitler Net asit yapımı |
— |
-39 61 22 |
— |
23 41 64 |
Asitli gıdalar niçin sakıncalıdır?
Vücudumuz, hayatiyetini sürdürebilmek için hücrelerimizde oluşan asitleri atmaya çalışır. Vücut pH’sı 7.35 ile 7.45 arasında çok dar bir bantta bulunur. Bu dengeyi sağlamak için asitlerin vücuttan atılmaları gerekir. Vücudumuzda oluşan asit artıklar terle, dışkıyla, nefesle ve daha çok da idrar yolu ile atılır.
İnsan böbrekleri pH:5‘in altındaki idrarı, yani asidik idrarı boşaltamazlar. Bu nedenle oluşan asitler (daha çok fosfat ve sülfatlar) kısmen kemikten gelen kalsiyum ile tamponlanır ve ancak o şekilde idrarla atılabilir. Diyetle alınan yüksek miktardaki asit, böbrekler ile atılırken kemik kalsiyumunu da eritir. Bu arada asidik gıdalar kas protein sentezini de yavaşlatır. Bu durum birçok sağlık sorununa yol açıyor.
Bu bağlamda asitli gıdaların kemik erimesi, şeker hastalığı, kas zafiyeti, böbrek taşı, gut, kanser, şişmanlık gibi hastalıkların oluşumunda önemli rolleri vardır. Bu nedenle alkali gıdalardan zengin bir diyet yapmak çok önemlidir. Bizim taş devri diyeti de bir alkali diyet örneğidir. Bu arada içtiğimiz suyun niteliğinin (sertliği) de alkali diyeti bariz bir şekilde etkilediği unutulmamalıdır.
Alkali diyet uzmanlarından bazıları et, süt, balık, yumurta gibi asit üreten gıdaların çok az yenmesini ve hatta yenmemesini öneriyorlar ki biz buna karşıyız. Bu gıdalar tabii ki asit kaynağıdır ama rafine edilmedikçe önemli bir asit yükü oluşturmazlar.
Sudaki mineraller
Suyun içinde bulunan kalsiyum ve magnezyum dışındaki mineraller de çok önemlidir. Doğada ve insan vücudunda soy gazlar hariç 84 element bulunmaktadır. İnsan vücudunun bütün bunlara ihtiyacı vardır, çünkü bu elementlerin hiçbiri insan vücudunda üretilmemektedir. İşin kötü yanı bazı doğal mineralleri (selenyum, molibden, vanadyum, magnezyum, lityum, kobalt vb) alacağımız doğru dürüst bir kaynak yoktur. Bu minerallerin hemen tamamı kaliteli kaynak suluları, maden suları ve kaya tuzlarında bulunuyorlar ve sağlığımız için çok önemlidir. Sadece bir örnek vermek istiyorum ABD’de Texas’ta lityumdan fakir suların içildiği bölgelerde cinayet, hırsızlık, soygunculuk, tecavüz ve intihar olgularının daha çok görüldüğü saptanmıştır.