Genetik yapımız son 50 bin yılda hemen hiç değişmedi. Ne var ki yediklerimiz, içtiklerimiz son 5 bin yılda çok değişti. Özellikle son 50-100 yıl içinde genlerimizin daha önce hiç alışık olmadığı, doğal olmayan, işlenmiş ve katkı konulmuş gıdalar aşırı şekilde kullanılmaya başlandı; buna bağlı olarak taze sebze-meyve ve tencere yemeklerinin tüketiminde de belirgin bir azalma oldu.
Genler ve yiyecekler arasındaki bu evrimsel uyumsuzluk hali şişmanlık, diyabet, koroner kalp hastalığı, hipertansiyon, felç, ülser, astım, romatizma, kronik yorgunluk sendromu, kanser ve osteoporoz gibi son yıllarda müthiş artış gösteren çok sayıda kronik-dejeneratif hastalığa neden olmaktadır. Bu hastalıklara toplu halde insülin direnci ya da metabolik sendrom denilmektedir.
Ocak 2005 Hekim Formunda yayınlanan bu söyleşide Prof. Dr. Ahmet Aydın beslenme ile kronik hastalıklar arasındaki ilişkileri vurgulayarak çağımızın vebası olarak nitelediği insülin direncinin evrimsel, felsefi, bilimsel tıp ve ticari tıp yönlerini irdeliyor.
Hekim Forumu: Sağlıklı beslenme anlayışı on yıllar içinde sürekli değişiyor. Yeni eğilimler, modalar gelişiyor. Çok doğru gibi bilinen bazı ilkelerin bir mit olduğu anlaşılıyor. Evet, beslenmede asıl tehlike nereden geliyor; çoktandır zannedildiği üzere yağlardan mı, yoksa karbonhidratlardan mı?
Ahmet Aydın: 1980 yılında fazla kilolu ve obezler ABD’de ülke nüfusunun %33’ü iken, 2000 yılında bu oran %66’ya ulaşmış. Değişik ülkelerde yapılan araştırmalar da benzeri sonuçlar veriyor, şişmanlık giderek artıyor. Tehlike bizde de büyüyor. Bunlar yanlış beslenme alışkanlıklarının sonucudur. Üstelik yanlış beslenme tarzı bu işten çıkarları bulunan büyük şirketlerce körükleniyor. Tıp çevreleri de kötü gidişten sorumlu. Hekimlerin büyük çoğunluğu doğal yağları düşman ilan ettiler. Hatta bir bölümü doğal olmayan diyet gıdaları önerdiler.
Sonucu obezitenin, kalp hastalıklarının, kanserin ve diğer kronik hastalıkların artışıdır, kötü beslenmedir. Bunun arkasında büyük ilaç tekelleri de var. Yapılan pek çok bilimsel araştırmanın verileri eğer gıda ve ilaç sanayinin satışlarını azaltıyorsa klasik kitaplara giremiyor. Önemli sayıda hekimimiz maalesef tıp edebiyatını ilaç firmalarının yönlendirilmiş araştırmalarını onların dağıttıkları broşürler aracılığı ile izliyor. Ne zaman internet yaygınlaştı, pek çok şeyden haberimiz olmaya başladı. Ta 1930’lu yıllarda yazılmış birçok değerli literatüre ulaştık.
Elbette rafine şeker ve hızlı emilen karbonhidratlar (beyaz ekmek, unlu mamüller vs.) beden için en büyük tehlikedir. Neden? Konuya bütünlüklü olarak bakmak gerek. Tek bir yanı öne çıkarmadan. Çünkü karbonhidratlar kana en hızlı karışıp, en hızlı şekere dönüşen besin grubudur. İnsülin salınımını uyarıp yüksek insülin düzeyleri oluşturur, hızlı acıktırmakla kalmaz, dokularda insülin direnci geliştirir ve bu yüzden daha yüksek insülin düzeylerine gereksinim doğurur. Bunun sonucu kandaki şeker hızla yağa dönüştürülür ve mevcut yağ depoları kolay kolay eritilemez.
HF: Taş devri veya Atkins diyeti yapanların kalori hesabı yapmadıkları, ihtiyaçlarından fazla kalori alsalar bile zayıfladıkları söyleniyor, doğru mu?
A.A: Doğru. Zaten konuyu hangi diyet iyidire indirgememek gerek. Aslolan rejim yapmak değil, doğru beslenme tarzını bütün bir ömür uygulamaktır. Kilo vermek işin yalnızca bir parçası. Kilonuz normal olabilir, siz yanlış besleniyorsanız, insülin direnci oluşmuşsa, uzun vadede yine bedeninize zarar verirsiniz.
Bir diyette kalori hesabı başlamışsa iş bitmiş demektir. Kalori saymadan doyuncaya kadar, fakat uygun biçimde beslenebilirsiniz, çok daha sağlıklı olursunuz.
İnsülin direnci kavramı çok önemlidir. Sizde insülin direnci gelişmişse, bundan kurtulana dek ne kadar az kalori alırsanız alın vücudunuzdaki yağlar yanmakta direnir, onların yerine kaslarınız erimeye başlar. Birçok kanser türünde insülin direncinin başlatıcı rol oynadığı saptandı. Kanseri yaratan odur, damar sertliğini, hipertansiyonu ve adlarını sayamayacağımız kadar çok kronik hastalıkları yaratan odur. İnsülin direnci çağımızın vebasıdır.
Tabii bir de doğal olmayan beslenmeyi, doğal olmayan gıdaları, aldığımız kanserojen maddeleri unutmamak gerek. Bunlardan kurtulmanın yolu basit. Doğal beslenme. Karbonhidratlardan uzak durma. Özellikle hızlı emilen yapay karbonhidratlardan.
HF: Önerdiğiniz gibi yüksek doz C vitamini kullanan birçok insanın gribe yakalanmadığı ya da grip başlamışsa onu ilerletmeden atlattığını biliyoruz. Yüksek doz C vitamini kullanımının da tıpta eski bir tarihi var, öyle değil mi? Sürekli kullanım için bir de balık yağını öneriyorsunuz.
A.A: Evet, örneğin Dünyada ortaksız iki Nobel kazanmış tek bilim adamı Profesör Linus Pauling’in C vitamininin soğuk algınlığı ve kanser üzerine olan etkileri için yaptığı önemli çalışmaları var. On yıllarca önce yüksek doz C vitaminiyle polio iyileştirildiğine, kanser tedavi edildiğine dair bilgiler var.
Balık yağı ya da keten tohumunun vücuttaki Omega3-Omega-6 dengesi yönünden önemi büyük. Bu denge bire bir olmalı. Şimdiki beslenmede oran bire elliye kadar çıkabiliyor. Ayçiçek, mısır ve soya yağı gibi Omega-6 içeren yağların tüketimi arttıkça prostaglandin sentezi de artıyor, dokularda enflamasyon başlıyor. Damarlarda enflamasyon oluyor, eklemlerde enflamasyon oluyor. Enflamasyon da bir ölçüye kadar beden için gerekli, ama dengesiz beslenmeyle pek çok insanda aşırı enflamasyon gelişiyor, buna dikkat etmek gerek; yaygın ve önemli bir problem.
Enflamasyonu azaltmak için omega-3 gerekli, ayrıca omega-6’yı azaltmak için ayçiçek yağı yerine zeytin yağı, fındık yağı kullanmak lazım. Doğal yağları, etteki yağları, tereyağını, yumurtayı kısıtlamamak gerek. Hala birçok hekim doğal yağları kısıtlıyor, sonra bedenin kimyası bozuluyor. Konuya biyokimyasal işlevler açısından bakarsanız her şey yerli yerine oturur.
Bu söylediklerim yeni şeyler değil, yıllarca öncesinden bilinen şeyler. Otuzlu yıllarda bir diş hekimi dünyayı dolaşmış, doğal beslenenlerle, karbonhidrat ağırlıklı yapay beslenenler arasındaki diş yapısı farklılıklarını araştırmış. Diş yapıları, kemik yapıları karbonhidratlı beslenmeyle çok belirgin biçimde eriyor, bunlar gösterilmiş. Genetik yapımıza uyan beslenme binlerce yıl önceki beslenme tarzımız. Şimdiki beslenme şekliyle kafataslarımız bile her geçen yıl inceliyor.
HF: Siz yüksek kolesterol korkusuna da karşısınız, değil mi? Ayrıca kolesterol ve lipid düşüren ilaçları da zararlı buluyorsunuz.
A.A: Kolesterol doğal bir yapı taşıdır, onarıcıdır, safra asitleri ve birçok hormonun sentezinde kullanılır. Damar sisteminde bir problem var, bir enflamasyon var ki, kolesterol yükseliyor. Siz bu nedeni araştırmıyorsunuz, ortadan kaldırmıyorsunuz, kolesterole yükleniyorsunuz. Her yerde yangın görüyorsunuz mesela, her yangın yerinde itfaiyecileri de görüyorsunuz ve bundan şu sonucu çıkarıyorsunuz: İtfaiyeciler yangın çıkarıyor! Durum aynen böyle. İlaç şirketleri ve onlardan bilerek ya da bilmeyerek beslenen hekimler bekliyor; insanlar hasta olsun da biz de ilaç satalım, ameliyat yapalım.
Doğru beslenin, doğru yaşayın, hipertansiyon vakaları onda bire inecektir, kalp hastalıkları, kanser, diyabet gerileyecektir. Kemik, eklem sorunları azalacaktır. İnsanlar geç yaşlanacaktır. Bilimsel tıp, işlevsel tıp bunu öngörüyor, ancak rantiye tıbbın etkisi çok daha güçlü. Tansiyonun mu çıktı, al tansiyon ilacı, miden mi ağrıdı al antasit. Sonra o antasid protein sindirimini ve birçok hayati mineralin emilimini bozuyor. Gelsin yeni hastalıklar, gelsin yeni ilaçlar…
İlaçların komplikasyonları mı oluyor? Siz merak etmeyin onların da ilaçları çıkar ve uygun(!) fiyatlarla size pazarlanır.
Bir taraftan size az hareket etmeniz için son model arabalar, hızla hareket eden asansörler, uzaktan kumandalı televizyonlar yaparlar. Osteoporoza maruz kalıp kalmadığınızı pahalı aletler ile ölçerler. Sonra fizyolojik bir olay olan kemikteki kalsiyumun kana geçmesini inhibe eden pahalı ilaçları satarlar. Hekimlere daha fazla ilaç ya da bebek maması yazdırabilmek her türlü hediyeyi verirler.
HF: Doğru beslenmeyle damar sisteminde olumlu yönde geriye dönüş mümkün olabiliyor mu? Bazı damar cerrahları aksini iddia ediyor da?
A.A: Elbette belirgin iyileşmeler oluyor, her yaşta. Tabii %100 geriye dönüş değil, ama damar sistemi büyük ölçüde kendini tamir ediyor. Artık elimizde çok gelişmiş tetkik imkanları var. Çalışmalar damarlardaki açılmaları görüntüleriyle belgeliyor.
HF: Size etikle, felsefeyle ilgili bir soru: Sağlıklı yaşam için neler yapılması gerektiğini artık herkes biliyor. Spor yapılacak, dengeli beslenilecek, sigara içilmeyecek vs… Ama büyük çoğunluk bunun tersini yapıyor. Sigara tüttürenler, yarışırcasına araba kullananlar, abur cubur atıştıranlar, durmadan kola içenler, aşırı alkol alanlar. Sonra insanlar hastalanıyor, kazalara uğruyor; ardından da tedavi masrafları sosyal güvenlik kurumlarından, toplumun sırtından çıkıyor. Bu haksızlık değil mi, bunu önlemek için kafa yormaya değmez mi?
A.A: Çok önemli bir soru. Dünyada ekonomik kaynakların önemli bir kısmı rantiyeci tıpça kullanılıyor. Onca yoksulluk, açlık varken bu gerçekten haksızlık. Sağlıklı yaşamaya çalışanlara karşı da haksızlık. Bence de buna karşı alınabilecek önlemleri cesaretle tartışmak gerekir. Her insan yaptıklarının sorumluluğunu üstüne almalı.
HF: Peki böylesine sorumsuz yaşayanların, kendilerinin ve çevrelerindekilerin sağlığını tehlikeye atanların bir bölümü siyasi iddialarla da toplumun karşısına çıkabiliyorlar, bir şeyleri değiştirebileceklerini söylüyorlar, buna ne dersiniz?
A.A: Bir kere doğru yaşamıyorsanız beyin kimyanız da bozulmaya başlar, sağlığına dikkat etmeyenin beyin sağlığı da bozulur, sağlıklı düşünemez. Zaten yanlış yaşama ve beslenme alışkanlıklarıyla ruhsal sorunlar arasındaki ilişki üzerine de çok sayıda araştırma yapılıyor öteden beri. Bu tür yayınları izlemek gerek. İncelerseniz ilginç sonuçları görürsünüz.
HF: Atkins diyetiyle Taş Devri beslenme anlayışı aynı şey mi; veya aralarındaki fark ne?
A.A: İkisinin örtüşen noktaları çok fazla. Atkins diyeti daha kısa zamanda hızlı kilo verdirmeyi amaçladığı için biraz sert bir diyet taş devri sistemine göre. Taş devri diyeti daha uzun vadeli, daha kolay uyum sağlanan bir diyet.
HF: Peki Türkiye ve Dünya ölçeğinde düşündüğümüzde bu beslenme anlayışı pahalı bir anlayış mı, yoksul kitleler protein ağırlıklı bir diyeti nasıl uygulayabilir? Milyarlarca insanın pirinç ve ekmek ağırlıklı beslendiği düşünülürse.
A.A: Büyük şehirlerdekiler bir yana, ülkemizdeki insanların doğal beslenmeden tamamen kopmadıklarını sanıyorum. Ayrıca doğal beslenmenin, proteinden zengin beslenmenin daha ucuz yolları bulunabilir ve çoğu kez halk bunları kısmen buluyor. Tahıl yenecekse tam tahıl yenir, baklagillere ağırlık verilir, sebzelere, yeşilliklere ağırlık verilir, yumurta, yöresel balıklar, mantar vs. gibi ucuz protein kaynakları sağlanabilir. Bir de rantiyeci tıbbın sömürdüğü kaynaklar doğal beslenme ürünlerinin üretimi için kullanılırsa sağlık sorunları da önemli ölçüde azalır.