Son yıllarda önemli bir halk salığı sorunu olan şişmanlık ve şişmanlık ile ilgili hastalıklar müthiş bir şekilde artıyor. İşin ilginç tarafı buna paralel olarak sağlıklı beslenme ile ilgili gazete, dergi ve televizyonlarda çok sayıda haber, röportaj veya program yapılıyor. Bir bölümü akademisyen olan çok sayıda beslenme uzmanı ve diyetisyen fazla kalori verdikleri için diyetteki yağların azaltılmasını ve ‘light’ yiyeceklerin yenilmesini öneriyorlar. Tabii diyetteki yağlarını oranı azalttıkça ister istemez pasta, börek, çörek, ekmek ve makarna gibi unlu ve şekerden zengin gıdaların oranı da artıyor. Bilimsel olduğu söylenen bu anlayış sayesinde son 20 yılda Türkiye’deki obezite sıklığı iki kattan daha fazla arttı! Aslında başta ABD olmak üzere birçok gelişmiş ülkedeki durum da bizdekinden çok farklı değil. Peki yanlış nerede? Bültenimizin yeni sayısında Uz. Dr. Güçlü Ildız bu sorunun cevabını evrimsel perspektiften bakarak araştırıyor.
Zaman zaman gazete ya da dergilerde yer alan şişman evcil hayvanlar hakkındaki yazı ve fotoğraflar dikkatinizi çekmiştir. Aslında hayvanlar, bizler için doğal yaşamın bir parçasıdır. Çita, zebra ya da zürafa şişman olamaz değil mi? Şişmanlık, insanca yaşam biçiminin bir sonucudur. Evcil hayvanlar, doğal olmayan insanca yaşam ortamında aşırı kilolu olabiliyorlar, tıpkı insanlar gibi.
Neden doğal yaşantısı içinde olan hayvanlar, bulaşıcı ya da kaza sonucu ortaya çıkan hastalıklar dışında hastalanmıyorlar? Oysa onların da karaciğeri, böbrekleri ve kalbi var ve üstelik insanlarla aynı biçimde çalışıyor. Onları yüksek kan basıncından (hipertansiyon), kalp, beyin, şeker, tiroit vb. hastalıklarından koruyan ya da yakalanmamalarını sağlayan neden nedir?
İnsanlarda hastalıkların ortaya çıkmasındaki önemli nedenlerden biri, doğal yaşam biçimine aykırı geliştirdikleri yaşam tarzı ve beslenmeleridir.
Fotoğrafta görülen kafatası 20.000 yıl öncesine ait. Aradan geçen onca sene nasılda korunmuş dişleri! Yaşadığı yıllarda diş sağlığına özen gösterse bile günümüz diş hekimlerinin o çağlarda olabileceğini düşünemeyiz. Oysa günümüzde diş hekimi koltuğuna oturmamış kaç kişi bulabiliriz?
Yaşadığı dönemde ve üzerinden geçen binlerce yıl boyunca korunabilen bu dişler, günümüz beslenme yöntemlerine 10 yıl dayanamazdı.
20.000 yıl önce yaşayan bu insanın beslenme yöntemleri, tıpkı doğal ortamlarında yaşayan hayvanlarda olduğu gibiydi. Ne yiyeceği makarnası, ne de gofreti vardı. Günlük mönüsü olasılıkla avladığı hayvanlar, sebze ve meyvelerden oluşuyordu. Hayvanları avlayabilmek için öncelikle arayıp bulması gerekiyordu. Belki bunun için kilometrelerce yol kat edecek, belki de savaşacak ve sonuçta besin maddesini elde edebilmek için enerji harcayacaktı.
Oysa günümüzde yüzlerce kalorilik besin maddelerini çok daha az enerji harcayarak elde edebiliyoruz. Pizza ısmarlamak için telefon tuşuna basan parmaklar, kaç kalorilik enerji harcayabilir?
Doğal ortamında yaşayan ve yaşamış olan insan ve hayvanlarda, neden kimi hastalıklar gözlenmiyor?
Oysa insan ve memeli hayvanların vücut çalışma biçimleri neredeyse aynıdır. Beyinler de, yapı farklılıkları dışında, aynı prensiple çalışır. Beynin tam ortasında yer alan talamus’a, vücuttan ve beynin diğer bölgelerinden gelen bilgiler, burada işlenerek beynin en üst bölümüne gönderilir. Beynin üst bölümünün görev dağılımları farklıdır. Bilgileri alan bölümler, kendi görevleri doğrultusunda alınan bilgileri uygularlar. Böylece vücudun dengeli ve eşgüdümlü çalışması sağlanır. Bir bölge, yürümek için kol ve bacakları çalıştırırken diğer bir bölge, aynı anda kalbin hızını bu tempoya göre ayarlar. Bu temel çalışma prensibi tüm canlılarda benzerlik gösterir. Kalp, karaciğer, mide, böbrekler de öyle.
Geçirdiği insanlık tarihi süreci içinde, doğada bulduğu et (protein), yağ ve sebzelerle (birleşik karbonhidrat) bünyesini oluşturan ve çalışmasını bu besinlere göre ayarlayan insanoğlunun, basit şekerle ilk tanışması, 600 yıl önceye dayanır. Saf şeker (rafine-sofra şekeri) 200 yıl önce ilk defa Almanya’da şeker pancarından üretilmiştir. Şekerin yaygın olarak kullanımı 2. dünya savaşı sonrası yıllara rastlar. Kronik hastalıkların bu dönemlerde belirgin bir ivme kazandığı görülmektedir.
Rafine edilerek üretilen şeker (glükoz) doğada saf halde bulunmaz. Meyve ve balda bulunan glükoz ise saf değildir. Oysa binlerce yıllık tarihi boyunca insan bünyesi doğada, doğal haliyle bulduğu besinlerle bu günlere gelmiş, bünyesi doğal alan besinlerle yapılmıştır. İhtiyacı olan şekeri kendi karaciğerinde, şeker dışında aldığı diğer besinlerle sağlamıştır. Bilimsel veriler ışığında ortaya çıkan gerçek şudur ki; insan bünyesi şekeri, dışarıdan saf olarak almaya programlanmamıştır.
Protein, yağ ve sebzelerin midede başlayan sindirimi, karaciğerde devam eder. Beynin temel yakıtı olduğu kabul edilen kan şekeri düzeyi, ılımlı olarak yükselir. Gene ılımlı bir ilişkiyle insülin, bu düzeyi ayarlamada yardımcı olur. 4 saatlik bir süreç, normal bünyenin et, yağ ve sebze sindirimi için yeterli olur. Normal insan bünyesinin alıştığı sindirim alışkanlığı budur. Ancak basit şekerlerin sindirimi daha ağızda başlar, aniden kan şekeri yükselir ve buna tepki olarak insülin düzeyi hızla artar. Şeker hızla düşer ancak insülin, yılların verdiği özellik nedeniyle, bu hızlı düşüşe ayak uyduramaz. Kandan çekilmesi daha uzun sürer ve kan şekeri normal sınırların altına iner.
Vücudun ideal çalışma düzeni için kan şekeri düzeyi 60mg/dL’den fazla olmalıdır. Kan şekerinin normal sınırların altına düşmesiyle alarm durumuna geçilir. Bu durumda allostaz mekanizması etkin hale geçerek karaciğeri, depo şekerini salması için uyarır. Bu arada şeker ile birlikte kolesterol de kanda yükselir ve diğer uyum süreci belirtileri beyni ve vücudun diğer organlarını etkiler.1-4
Görüldüğü gibi şeker alımı sonrası kan şekeri düşüyor.
– Para kazanan biri fakir olabilir mi?
– Islanınca kuru olunabilir mi?
– Dolan bardak boş kalabilir mi?
Bu örnekler mantıksız geliyor.
Şeker yemek de öyle…
Ekmek ya da hamur işi gibi şeker içeriği yüksek gıdaların yendiği öğlen yemeği sonrası, bastıran rehavetin nedeni, basit karbonhidratlı besinlerin insüline hızlı yanıt vermesi ile gelişen allostatik durumdur. Yakıtını yeterli alamayan beyin, arabanın boş viteste olduğu gibi, rölanti konumunda çalışır. Bu durumda kendisine fazla iş verilmesini istemez. Öğleden sonra dikkatinizi vermeniz gereken bir işiniz olduğunda durumunuz zor demektir. Bir de, beyin ön (frontal) bölgesi duyarlılığı olan biri iseniz işiniz gerçekten kolay olmayacaktır. Dikkat kaybı, karar vermede zorluk gibi yakınmalarla birlikte gelen başarısızlık, sinirlilik hali ortaya çıkartacak, ilişkiler gerilecek ve gün, mutsuzluk ya da aşırı yorgunluk haliyle sonuçlanacaktır.
Doğal şeker, meyvelerde bulunan früktoz’dur. Şeker kamışından ve pancarından işlenerek elde edilen şeker ise glikoz’dur. Glikoz, vücut çalışması için gerekli olan enerji kaynağıdır. Ancak insanoğlu bünyesi, alınan besinlerin glikoza dönüştürülmesi ve o şekilde kullanılmasına uyumludur. Glikozun doğrudan alınması insan bünyesini bozuyor. Meyve şekeri insan bünyesine uyumludur. Çünkü doğaldır.
Kalp, şeker, yüksek tansiyon gibi uzun süreli hastalığı olan insanlar vardır mutlaka çevrenizde. Onları dikkatle incelediğinizde benzer özelliklere sahip olduklarını görürsünüz. Sürekli ilaçlar kullanan, hayattan eskisi kadar zevk almayan, hastalığın vücutlarında yaratacakları zararları çaresizce bekleyen insanlar.
Beslenme özellikleri de neredeyse aynıdır. Öncelikle yağ ve kırmızı et kesinlikle yasak. Yasakçı beslenme şartlanması adeta hayatlarının bir parçası olmuştur. Hatta yakınması olmayan insanlar bile daha az yağlı yeme gayretindedirler. Klasikleşen bilgilere göre yağlar, vücutta kolesterole dönüşür. Kolesterolde damarları tıkayarak kalp hastalığı ve felçlere neden olur. Ayrıca kırmızı etle birlikte kan basıncını arttırırlar. Kanser riskini arttırırlar. Bunun gibi diğer kimi hastalıkları kötüleştirdiği kabul edilir.
Oysa son 10 yılın bilimsel verileri, klasikleşen bu beslenme biçimini tamamen yalanlıyor. Konuyla ilgili olarak yapılan ilk çalışmalar, epilepsi hastalarında yağların faydalı olduğunu gösterdi. Ketojenik diyet adı verilen beslenme yönteminde hastalara yüksek yağ içerikli, etli ve sebzeli besinler verilip şeker ve şeker içerik ölçeği yüksek olan besinler tamamen kesiliyor. Hastaların epilepsi nöbet sayı ve şiddetinde belirgin azalmalar olduğu görülüyor. Benzer beslenme yöntemi diğer beyin kaynaklı Parkinson Hastalığı, Alzheimer Hastalığı, otizm, depresyon ve beyin tümörlerine de uygulanıyor ve gene başarılı sonuçlar alınıyor5.
Yüksek yağ içerikli beslenme yönteminin faydaları bunlarla kalmayıp çok daha şaşırtıcı sonuçlar elde ediliyor. Tip II diyabet (şeker) hastalığında, polikistik over sendromunda ve hatta yüksek kolesterol düzeyleri olan kişilerde bile faydalı olduğu görülüyor. Diğer bir değişle kan kolesterol düzeylerini yağlı yiyerek düzeltebiliyorsunuz.
Yüksek yağ içerikli beslenme yöntemiyle ilgili sayılan bu veriler, Mart 2007 tarihinde Pediatrics dergisinde Johns Hopkins Medical Institutions’dan Dr. John M. Freeman ve arkadaşları tarafından yayınlanan son 10 yılın yapılmış çalışmalarının derlendiği makalede yer alıyor.(184) Bu makalenin yorum bölümünde şu sözcüklere yer veriliyor; Hayretle farketmekteyiz ki yüksek yağlı yiyeceklerin insanları şişmanlattığı ve kolesterol düzeylerini arttırdığı doğru değildir.
Bu yayına ek olarak yapılan diğer yayınları gözden geçirmekte fayda olacaktır. Clinical Cardiology’de 2004 sonbahar döneminde yer alan bir çalışmada6; 24 hafta boyunca yüksek yağ ve et, düşük karbonhidratla beslenen; kan şekeri ve kolesterolü yüksek olan 83 şişman kişide 8.-16.-24. haftalarda yapılan kan tahlillerinde, kişilerin belirgin kilo verdikleri, iyi huylu kolesterolün arttığı (HDL), kötü huylu kolesterolün (LDL) azaldığı, trigliserid düzeylerinin azaldığı, üre ve kreatin değerlerinin değişmediği saptanmış. Kişilerde hiçbir yan etki ya da yakınma gözlenmemiş.
Annals Of Internal Medicine’de 2004 tarihli yer alan bir çalışmaya7 120 kişi katılmış. Katılımcıların yarısına düşük yağ ve düşük şeker oranlı diyet, diğer yarısına yüksek yağ oranlı ve düşük şekerli diyet verilmiş. 24 hafta sonunda yüksek yağ oranlı diyet alanların iyi huylu kolesterol oranının daha fazla arttığı, trigliserid düzeylerinin daha çok düştüğü ve şişman olanların daha çok kilo verdikleri saptanmış.
Bu yayın ve takip eden diğer yayınlar üzerine JAC Cardiology dergisinde8, yukarıda yer alan çalışmaya cevaben bir yazı yazıldı. Çalışmaların kısa süreli olduğu, kesinlik kazanmadığı gerekçesiyle gene düşük yağlı, düşük kalorili diyetlere devam edilmesi gerektiği belirtildi.
2006 tarihli bir başka yayında9kolestrol yüksekliği olan ve olmayan, şişman 66 kişi 56 hafta süreli yüksek yağ ve protein, düşük şeker içerikli beslenmeleri sonunda kan kolesterol, trigliserid, şeker oranlarında istatiksel açıdan çok anlamlı düşmeler ve iyi huylu kolesterol oranlarında anlamlı artışlar olduğu saptanmış.
2007 ağustos tarihli başka bir çalışmada10 süre daha uzun tutuldu; kan şekeri normal ve yüksek olan 64 şişman kişi 56 hafta boyunca et ve yağ oranı yüksek, şeker ve hamur işi oranı çok düşük gıdalarla beslenmiş. 8. 16. 24. 48. ve 56. haftalarda kan tahlilleri yapılmış. Bu süre içinde toplam kolesterol, trigliserid, kan şekeri ve kan üre oranlarında belirgin azalmalar gözlenmiş. İyi huylu kolesterol oranında artış saptanmış. Çalışmaya katılan hastaların kilo verdikleri gözlenmiş. 56 hafta süren çalışma döneminde şeker hastalığı olanların (diyabetus mellitus) bu beslenme biçiminden çok daha fazla fayda gördükleri saptanmış.
Son yıllarda yapılan diğer bilimsel çalışmalar; yağ, et ve sebze ağırlıklı beslenen insanlarda beyin çalışma özelliklerinin düzeldiğini vurguluyor. Bu diyet ile; beyin enerji üretiminin arttığı11-15, beyin hücrelerinin protein fosforilazyonunu arttırarak daha düzenli çalıştığı16, beyinde insülin benzeri büyüme hormonunun artarak hücreleri koruduğu17, beyin hücrelerini koruyucu antioksidan özellikteki enzim olan glutatyon peroksidaz’ın etkinliğinin arttığı18,19 Alzheimer Hastalarında beyinde oluşan amiloid beta 40 ve 42 adı verilen maddeleri azalttığı gösterilmiş20.
Bir çalışmada, diyetten sadece şeker çıkartıldığında kalp damarlarında belirgin düzelme (endotelyal ve vasküler fonksiyonlarda) olduğu gösterilirken21 benzer bir başka yayında yüksek kolesterollü diyet ile damarlarda oluşan bozulmanın, kolesterolün antiinflamatuvar etkisiyle düzeltilerek damar sertliğinin (ateroskleroz) önlendiği bildirilmiş22.
Bu çalışmaların sonuçlarından da anlaşılacağı üzere, güncel tıbbi uygulamaların henüz insanların hasta olma nedenlerini araştırıp ortadan kaldırmak yerine hastalıkların sonuçlarıyla uğraştığı görülüyor. Kolesterolün, şekerin, tansiyonun neden arttığına bakılmaksızın doğrudan düşürülme yoluna gidiliyor.
Bu bilimsel veriler ışığında ortaya çıkan gerçek şu ki, diyetlerden şeker ve şeker içerik ölçeği yüksek olan besinleri çıkardığımızda insanlar daha sağlıklı oluyor.
Et, yağ, sebze ve meyveler insan diyetinin aslını oluşturur ve şeker içerik ölçeği yüksek olan maddeler insan bünyesine zararlıdır.
Kronik hastalığı olan ya da kilo vermek amacıyla diyetlerinden yağı kesen insanlar, vücudun temel yapı taşından mahrum olurlar. Beynin %65’ini oluşturan yağlar diyetten kesildiğinde depresyona meyil artar. Bu nedenle yağsız yiyen insanlar bitkin, yorgun ve isteksizdirler.
Diyetten yağı kesmekle kan kolesterol düzeylerinin düşmediği görülmektedir. Çünkü kolesterol karaciğer tarafından yapılır. Hastalık durumunda vücudun yapı taşına yani kolesterole ihtiyacı vardır. Kolesterol artışının esas nedeni budur. Sorun kolesterol yüksekliği değil, kolesterol yüksekliğine neden olan allostaz mekanizmasıdır.
Şeker içeriği yüksek olan besinler çocukluk döneminden itibaren alınmaya başlamasıyla beyin ön bölgesinde ortaya çıkan bağımlılık durumunu geliştirir. Bu nedenle stres, açlık gibi kimi durumlarda şeker alma ihtiyacı artar. Alınan her şekerli besin, allostaz durumunun daha da artmasını sağlayarak hastalıkların gelişmesi için uygun ortamı yaratır.
Diğer taraftan doğal yetişen meyve, sebze ve besi hayvanların etleri ve ürünleri, kabuklu kuruyemişler, doğal bal; insan bünyesine (homestaz) uygun besin maddeleridir.
Sonuç olarak şeker ve şeker içeriği yüksek olan unlu gıdalar, allostatik yüklenmeye neden olarak hem hastalık gelişiminde, hem de beynin organik yapısı üzerine olumsuz etkiler yaratır.
Kaynaklar
- Onur Güntürkün, The avian ‘prefrontal cortex’ and cognition. Current Opinion in Neurobiology 2005, 15:686-93
- Starlanyl and Copeland, Reactive Hypoglycemia,Insulin Resistance: FMS & CMP Perpetuating Factor. Fibromyalgia and Myofascial Pain: A Survival Manual, edition 2, 2001
- George P. Chrousos, M.D., Editorial: Ultradian, Circadian, and Stress-Related Hypothalamic-Pituitary-Adrenal Axis Activity-A Dynamic Digital-to-Analog Modulation Endocrinology Vol. 139, No. 2 437-440
- Vranic et al., Hyperglycemia does not increase basal hypothalamo-pituitary-adrenal activity in diabetes but it does impair the HPA response to insulin-induced hypoglycemia. Am J Physiol Regul Integr Comp Physiol. 2005 Jul;289(1):R235-46
- The Ketogenic Diet: One Decade Later John M. Freeman, MD, Eric H. Kossoff, MD and Adam L. Hartman, MD Pedıatrıcs Vol. 119 No. 3 March 2007, pp. 535-543
- Long-term effects of a ketogenic diet in obese patients HM Dashti,et al Clinical Cardiology Autumn 2004, Volume 9 Issue 3: 200-205
- A Low-Carbohydrate, Ketogenic Diet versus a Low-Fat Diet To Treat Obesity and Hyperlipidemia A Randomized, Controlled Trial. William S. Yancy, Jr., MD, et al AI.Medicine 18 May 2004 | Volume 140 Issue 10 | Pages 769-777
- 8.Low carbohydrate high protein diets. Is there a place for them in clinical cardiology? C. Tissa Kappagoda J Am Coll Cardiol, 2004; 43:725-730
- Long Term Effects of Ketogenic Diet in Obese Subjects with High Cholesterol Level HM. Dashti et al Molecular and Cellular Biochemistry Volume 286, Numbers 1-2 / June, 2006
- Beneficial effects of ketogenic diet in obese diabetic subjects.Dashti HM et al Mol Cell Biochem. 2007 Aug;302(1-2):249-56.
- Diet-induced ketosis increases monocarboxylate transporter (MCT1) levels in rat brain Richard L. Leino et al Neurochemistry International Volume 38, Issue 6, May 2001, Pages 519-527
- The ketogenic diet increases mitochondrial uncoupling protein levels and activity Patrick G. Sullivanannals of Neurology Volume 55, Issue 4 Pages 576 – 580 2004
- A high-fat, ketogenic diet induces a unique metabolic state in mice Adam R. Kennedy et alam J Physiol Endocrinol Metab 292: E1724-E1739, 2007
- The Ketogenic Diet: Stoking the Powerhouse of the Cell Jong M Rho et al Epilepsy Curr. 2007 March; 7(2): 58–60
- Review, Ketogenic diet, brain glutamate metabolism and seizure control Marc Yudkoff Prostaglandins, Leukotrienes and Essential Fatty Acids Volume 70, Issue 3, March 2004, Pages 277-285
- The American Society for Nutritional Sciences J. Nutr. 132:483-487, 2002Nutritional Neuroscience A Ketogenic Diet Increases Protein Phosphorylation in Brain Slices of Rats Denize R. Ziegler
- Endocrinology Vol. 144, No. 6 2676-2682 2003 A Ketogenic Diet Increases Brain Insulin-Like Growth Factor Receptor and Glucose Transporter Gene Expression Clara M. Cheng et al
- Denize R. Ziegler et al Ketogenic Diet Increases Glutathione Peroxidase Activity in Rat hippocampusneurochemical Research Volume 28, Number 12 / December, 2003
- The Ketogenic Diet and Brain Metabolism of Amino Acids: Relationship to the Anticonvulsant Effect Marc Yudkoff et al Annual Review of Nutrition
- A ketogenic diet reduces amyloid beta 40 and 42 in a mouse model of Alzheimer’s disease Ingrid Van der Auwera et al Nutrition & Metabolism 2005, 2:28 Vol. 27: 415-430 (2007)
- Restoration of coronary endothelial function in obese Zucker rats by a low-carbohydrate diet Marta Focardi et alam J Physiol Heart Circ Physiol 292: H2093-H2099, 2007
- Q J Med 2003; 96: 927-934 High cholesterol may protect against infections and atherosclerosis U. Ravnskov
Uz. Dr. Güçlü Ildız
http://www.beyindoktoru.com/Beslenme.htm